Alp Güleç - 28 Temmuz 2013 23:09
İnsanoğlunun algı sınırlarının ötesindeki küçük kusurların birikimli sonuçları, aslında hayatın birçok aşamasında doğrudan veya dolaylı yoldan kendisini göstermektedir. Kabul edilmesi zor gerçekler olduklarından çoğunlukla görmezden gelinirler. İnsan, hayal dünyasında yaşattığı kusursuzluğu ve mükemmeliyetçiliği gerçeğe atfetmeye başlar. Zira yapısı gereği bundan huzur duyar. Ancak yüzleştiği hastalıklar ve ölümler bu yanılgıdan bir süre de olsa onu uzaklaştırır. Çünkü bunlar herkesin hayatında en az bir defa yaşayacağı sarsıcı soğuk gerçeklerdir. Kimi insanların en büyük hayali olan ölümsüzlük, insan gibi (görece) son derece kompleks bir canlı için ulaşılması en zor hedeflerden birisi olsa da en azından yaşlanmanın yavaşlatılması ve sebeplerinin anlaşılması konusunda yol katedilmiştir. Tahmin edileceği üzere, yaşlanmanın bir değil birçok sebebi bulunmaktadır ve bunların öne çıkanları ele alınacaktır. Ancak bu sebeplerin her birinin önüne geçilse dahi ölümün iç düzenden çok dış düzenden kaynaklandığı unutulmamalıdır. Teorik olarak mükemmel olan ve kusursuzca işleyen bir canlı da çevresel etkenlerden dolayı ölmeye mahkumdur. Vücudumuz günümüz dünyası ile uyumlu bir şekilde işleyecek bir biçimde evrimleşmiştir. Ütopik bir şekilde kusursuz olsa dahi belli alt ve üst limitler içerisinde kusursuzdur. Bunların dışına çıkıldığında yine düzen bozulur. |
Bunlardan en yüzeysel olanı, endokrin sisteme bağlı değişimlerdir. Hormonlardaki azalma ve dolayısıyla canlının gün geçtikçe işleyemez hale gelmesi yaşlanmanın önemli bir sebebi olarak görülmektedir. Ancak bu daha çok sebep olmanın ötesinde, daha derinlerde yatan bir şeyin neden olduğu bir sonuç olarak gözükmektedir. Bu derinlerde yatan neden endokrin sistemin işleyişini değiştirmekte ve o da sorunlara yol açmaktadır. Bir bakıma burada endokrin sistem sebebin ve sonucun kendisidir.
Biraz daha derine inildiğinde, serbest radikaller görülür. Serbest radikaller reaktif yani reaksiyon sonrası ortaya çıkan ürünlerdir. Bunlar vücutta doğal olarak oluşurlar veya dışardan alınırlar. İnsan hayatı için kritik olan oksijenin reaktif bazı türleri zararlı olabilmekte ve bu yan ürünler reaksiyona girerek DNA’ya, proteinlere, lipidlere ve karbonhidratlara zarar verebilmektedir. DNA’nın zarar görmesi sonucu onarım ve korunma mekanizmaları yetersiz kalırsa kanser ortaya çıkar. Serbest radikaller, dış orbitalinde çiftlenmiş elektronları bulunan atomun elektronunu kaybetmesi sonucu ortaya çıkar. Çiftlenmemiş elektronu olan yüksek enerjili ve stabil olmayan serbest radikaller hücre hasarına sebep olabilecek reaksiyonlara girmeye meyillidir. Serbest radikallerin hücre sinyalizasyonu ve bakterilerin öldürülmesi gibi konularda rol oynadıkları da görülmüştür. Avantajları ve dezavantajları bulunmaktadır. Canlı için zararlı olabilirler ancak önemlidirler. Evrimsel süreç içerisinde serbest radikallerin hasarını onaracak ve azaltacak mekanizmalar gelişmiştir. Serbest radikallerin hayatın bir kenara atılamaz gerçeği olması sonucu evrim, canlılığı onlara karşı katlanmaya, korunmaya ve gerektiğinde kullanmaya itmiştir. |
Serbest radikallerin artışına sebep olanlar tahmin edileceği üzere sigara, alkol ve diğer vücut için olumsuz kimyasallardır. Özetle, temelde yatan hücre hasarına günlük hayatımıza dair yüzeysel sebepler neden olmaktadır. Antioksidanlar ise bu hücre hasarına mani olurlar. Vücut için çok önemlidirler. Serbest radikaller problemin kaynağı olarak gözükürler. Fakat hala ortada kafaları kurcalayan bir şey daha vardır. Kimi insanlar zararlı alışkanlıklarına rağmen uzun bir yaşam sürmekte iken kimi sağlıklı yaşam süren insanlar ise daha erken ölmektedir. Bu neden kaynaklanır? Elbette, ölüm ve yaşlanma tek sebebe bağlanacak bir şey değildir. Çok boyutludur ve kompleks bir organizmada sayısı belirsiz sebep olabilir. Ancak sorunun asıl cevabına gelirsek genleri görürüz. Serbest radikaller problemin kaynağıdır. Fakat canlılığın mekanizmaları da milyonlarca yıldır bu problemleri çözmeye alışkındır. Vücut bu amansız ve sonu gelmeyen saldırılara karşı kendisini savunmayı öğrenmiştir. Fakat bu ancak bir yere kadar devam edebilir. Zira kaynaklar kısıtlıdır. Dışarıdan gelen ve içeride ortaya çıkan serbest radikallerin sonu yoktur. Vücut giderek yorgun düşer ve ölür. |
Bu konuda kilit rol oynayan yapıya gelirsek, adı “telomer”dir. Telomer ökaryotik kromozomların uçlarında bulunur. Bunlar gen kodlamayan hücre bölünmesinde ve DNA onarımında önemi bulunan son derece kritik yapılardır. Uzun tekrarlardan oluşurlar.
DNA replikasyonu sırasında kayıplar gerçekleşir ve kısalmalar olur. Bu kısalmalar sırasında normalde işe yaramayan tekrar yapıları, yani telomerler kısalır ve bu sayede kullanılan DNA kodu korunmuş olur. Böylece genetik bilgi kaybedilmez.
Telomerin kısalması demek DNA’nın etkinliğinin azalması demektir. Onarım faaliyetinin düşmesi kanser riskini arttırır. Diğer yandan telomerin kısalması sebebiyle hücre bölünmesi de belli bir noktada durmaktadır. Kendisini yenileyemeyen vücut yıkıma doğru gitmektedir. Bu sebeple vücut etkinliği genel olarak düşmeye başlar.
Aslında atlanmaması gereken önemli bir detay daha vardır. O da “telomeraz” enzimidir. Telomeraz enzimi sayesinde kısalan telomerlere telomer eklenmektedir. Bu da ölümsüzlüğe dair beklentiler ortaya çıkarmıştır.
Günümüzde, telomer uzunluğu üzerinden insanların ömürleri hakkında çıkarımlar yapabilmek (kısmen) mümkün hale gelmiştir. Hatta, telomeraz üzerine yapılan çalışmalarla kimileri için ölümsüzlüğün kapıları da aralanmıştır.
Telomeraz üzerine yapılan çalışmalar kendi iç dünyamızda yaşanan sorunlara belli miktarda çözüm getirebilse de, asıl bizim için problem olan dış etkenlere karşı olan mücadelemiz ise hiç bitmeyecek. Virüsler, bakteriler, afetler, iklim değişiklikleri, meteorlar, Samanyolu ve Andromeda Galaksilerinin çarpışması, Güneş’in ölümü ve dahası... Bunlar kaygılar değil, bilimin çözüm getirmesi beklenen problemler. Ölümsüz olmak, bir insan için fazlasıyla kibirli bir istek olarak gözükse de teoride böyle bir şey mümkün ise pratikte bunu gerçekleştirmekten kaçınmak bir hatadır ve bilimin doğasına aykırıdır. Mevcut tablo gösteriyor ki, bu yolda devam eden çalışmalar hayallerimizin dahi ötesine geçebilir.
Kaynakça